top of page

HAYRET - MÂRİFET - MUHABBET

  • Yazarın fotoğrafı: Yusuf Aydın TAŞTEKİN
    Yusuf Aydın TAŞTEKİN
  • 18 Haz 2022
  • 2 dakikada okunur

Hayatı toz pembe görme değimini duymuşuzdur çoğumuz. Hayata ilişkin bütün olumsuz yargıları yadsıyarak hayatın kendisine, insana, evrene, kısacası insan idrakine konu olabilecek her şeye pembe renkli gözlüklerle bakmak… Bu ancak masallarda olur deyişinizi duyar gibiyim. Ancak masalların tamamen imkânsızlıklarla örülü olduğunu kim söyledi! Gerçekliğin ortasında bulunan insanın, mükemmele ilişkin idrakinde ve mükemmele ulaşma gayesini güttüğü yolda varsa bir imkânsızlık, zorluklarla örülü yollarda sabır ve sebat gösteremeyen kişinin kendisindedir.


Hayata ilişkin bu hüsn-i nazarın varlığı için evvela kişinin kendi gönül aynasını temizlemesi gerekir. Ne güzel demiş Şeyh Galib; sâf kıl âyineni kâbil-i aks-i suver et. Gönül aynanı saf, temiz kıl ki hakikate ilişkin bütün suretler ona yansısın, onda görünsün. Kişi kendinden bilir. Hakikat suretlerinin gönlüne aksetmediği kimse gönül aynasında bir tek kendi gölgesini, kirletilmiş haldeki silüetini görür. Bundan sebep, evvela gönül aynasını temizlemesi gerekir insanın. Vesveselerle çevrili kirli aynasını paklamalı ki baksın; baksın ki görebilsin; görebilsin ki bilsin; bilsin ki sevebilsin.


Kişi saflaştırdı mı evvela âyinesini, bakmasında bir engel kalmamıştır artık. Ancak görmek için bakmak yeterli midir? Değildir. Çünkü bakabilme istidadına sahip olmak görmeyi bilfiil sağlamaz her zaman. Öyle bir bakmak lazım ki… Nasıl bakmak lazım diye merak etmişsinizdir belki. Tapduk Emre'nin deyişiyle deyiverelim canlar; hayretle… Hayretle bakmak gerek. Hayret beraberinde marifeti, marifet ise beraberinde muhabbeti getirir. Hayretle bakan, görünenin ötesindekini görür. Gören, ârif olur. Ârif olan âşık olur.

Bir gün kıymetli bir hocamla hasbihal ederken, gördüğü şöyle bir olayı anlatmıştı: Bir gün bir güvercin Kâbe'nin önünde ve etrafında birtakım tuhaf hareketler sergiliyormuş. Bunu gören insanlar, güvercinin hareketlerini secde ve tavaf yapmaya yormuş ve bunu hayretle ifade ediyorlarmış. Daha sonra bunu araştırdığımda bunun güvercinlerde sallabaş adında yaygın bir hastalık olduğunu öğrendim demişti hocam. Ve Yusufcum, bizler hayret hissiyatımızı kaybettik, hayret etmek için uçan kaçan şeyler arar olduk diye de eklemişti.


Buna benzer şeyleri sizler de günlük yaşantınızda çokça müşahede etmişsinizdir muhakkak. Karpuzun kabında Arapça lafzatullah mı dersiniz, iki elinin avucunu parmaklarını birbirine geçirerek birleştirdiğinde 'AllA' şeklinde yazıyı mı dersiniz, namaz kılan sahibinin yanında başını secdeye götüren at mı dersiniz… Misaller çoğaltılabilir elbette, ki zamanında acâib, garâib adında birtakım kitaplar da telif edilmişti çünkü.


Şeyhin birine demişler, ya şeyhim bir keramet göstersen bize diye. Şeyh yürür vaziyetteyken müridine, yürüyorum ya evladım demiş. Uçan kaçan kerametlerden daha büyük bir keramet varsa o da bu denli hikmetli bir sözün kendisindedir. Bir şeyin olağanlığı onun sıradanlığına delalet etmez. Her gün karşılaştığımız olağan durumların nezdimizde olağan görülmesi, sürekli onları o halleriyle müşahede ettiğimizdendir. Ancak olağanın dışında gerçekleşen bir şey ne denli hayret uyandırıyorsa bir insanda, olağan gördüğümüz şeyler de esasında bir o kadar hayret uyandırmalı insanda. Böylesi bir hayret ancak bakmasını bilene nasip olur. Bakabilmek için de evvela gönül aynasının temiz olması gerekir. Böyle olursa şayet; kuşların ötüşü, ağaçların hışırtısı, gök kubbeyi süsleyen ay ve yıldızlar, ateş böcekleri, ardın sıra giden karıncalar ve kalbinin atışı dahi büyük bir hayret uyandıracaktır. Bu hayret marifete, marifet de muhabbete dönüşecektir. Artık o zaman Pollyanna, sadece Eleanor H. Porter'in romanındaki masalsı bir kahramandan ibaret olmayacaktır.

Hayata hâlâ toz pembe bakabilme seviyesine gelinmediyse şayet, gönlü güzellerle olmak gerek en azından . Her insan gizli bir hazinedir ve kendinde bir gönül hazinesi taşır. Ve gönül nazargâh-ı ilâhîdir. Hiç olmazsa; kelimelerin düğümlendiği, göz tutulmasının yaşandığı, kalbin dururcasına attığı, aklın mahmurlaştığı güzel bir gönlün hazinesinde nadide bir parça olmak gerek.

1 commentaire


zeyneporak2016
18 juin 2022

Bir kitapta okumuştum "Anlamak gerekmeden kabullenmişiz tabiattaki her eylemi. Her şey tekrar ede ede olağanlaşmış, ilk anlamından kopmuş. Rüzgârın esmesini, bulutun yağmur bırakmasını ezelden beri böyleymiş gibi kabullenmişiz. O sonsuzluk hissi içimizdeki, bize bir şey diyor... " demişti yazar. Bu yazı da tam olarak bunları anımsattı bana. Mucize denilince aklımıza garip şeyler geliyor. Oysa Allah yoktan var etmiş bizleri, var olmaktan daha büyük bir mucize bilmiyorum.

J'aime
  • facebook
  • twitter
  • linkedin
  • instagram

©2019 by Âb-ı Hayât. Proudly created with Wix.com

bottom of page