top of page

ESARETİN BEDELİ – THE SHAWSHANK REDEMPTİON

  • Yazarın fotoğrafı: Yusuf Aydın TAŞTEKİN
    Yusuf Aydın TAŞTEKİN
  • 27 Oca 2020
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 21 Mar 2020




















Yeşil yol ve Majestic gibi bir çok başarılı filme imza atmış Frank Darabont'un senaryosunu yazıp yönettiği ve başrollerinde Tim Robbins ve Morgan Freeman'ın yer aldığı bu film 1994 yapımı Amerikan dram filmidir. Stephen King'in romanından uyarlanan bu film, masum olduğu halde suçsuzluğunu ispat edemediği için Shawshank Devlet Cezaevi'nde 20 yıl kadar esaret hayatı yaşayan bankacı Andy Dufresne'in hikayesini konu edinmektedir.

Filmin senaryosunda ve prodüksiyonunda dikkate değer, ele alınması gereken birçok nokta vardır elbette. Ama burada daha çok filmin ana konusu ve belli başlı mesajlar üzerinden bir incelemede bulunacağız.

Filmi izlerken aklıma ünlü Fransız sosyolog Michel Foucault'un "Hapishanenin Doğuşu" adlı kitabı gelmişti. Foucault, düşüncelerini iktidar ilişkileri üzerinde yoğunlaştırır. Toplumda belli iktidar ilişkilerinin olduğunu ve kendi hakikatlerini üretip dayattığını ifade eden Foucault, bu kitabında Jeremy Bentham'ın tasarladığı "Panoptikon" hapishane modelini ele alır. Bu hapishane modelinde bütün hücreler ortadaki gözetim kulesine bakar. Mahkumlar da, dışarıdan görülmediği için, cam bölmelerden kendilerinin izlendiğini zannederler ve böylece sürekli gözetim altında olduklarını düşünerek hareket ederler.

Foucault, bu örnekten yola çıkarak modern devletin ve kurumların kendi otoritesini gözetim yoluyla sağladığını ifade eder. Dolayısıyla bu fiziksel denetimin aksine psikolojik bir denetimdir.

Hayatımızın hemen hemen her köşesinde modern iktidarların gözlemlerine maruz kaldığımız aşikardır. MOBESE kameraları, iş yerlerindeki, sokaklardaki ve devlet kurumlarındaki kameralar hep bir üst iktidar tarafından gözetildiğimizin ve hareketlerimizin buna göre olması gerektiğinin psikolojisini yaşatır bize. Elbette yakalanma ve cezalandırılma korkusu beraberinde aynı düşünen, aynı hareket eden tek tip insan modeli ortaya koyar. Çünkü her birey olduğundan farklı davranmak zorunda kaldığı için zorunlu olarak olduklarının ötesinde iktidarın belirlediği tek modelliğe doğru ilerler. İşte bu yakalanma ve cezalandırılma korkusu ile aslında olduğundan çok daha farklı bir insan gibi davranmaya Foucault "dinamik normalleştirme" demektedir.

İfade ettiğimiz, gözlem yoluyla iktidar denetimi kurmak, George Orwell'in 1984 adlı romanından uyarlanan, Michael Radford'ın yönetmenliğini yaptığı 1984 adlı filminde çok güzel bir şekilde ortaya konulduğunu görmekteyiz. Distopik bir evreni konu edinen bu filmde, her birey hayatın her köşesinde kameralarla gözetim altında tutulmaktadır. Böylece Özgür iradenin olmadığı, bireyselliğin, farklılığın ortadan kaldırıldığı ve iktidarın tasarladığı tek tip insan modelinin oluştuğu bir evren görmekteyiz.

Esaretin Bedeli adlı filme dönersek, yaptıklarının cezası olarak mahkumların fiziksel cezaların ötesinde daha çok psikolojik bir cezaya tabi olduklarını, toplumdan, sosyal hayattan tecrit edilerek bir daha topluma adapte olmalarının nasıl zor ya da imkansız olduğunu görmekteyiz. Film karakterlerinden hapishanede elli yıl geçirmiş yaşlı Brooks Halten'ın şartlı tahliyesi sonucunda topluma adapte olamaması ve sonrasında intihar etmesi, hapishanenin insan üzerindeki etkisini bariz göstermektedir.

Fiziksel - İdam, el kesme vb.- cezaların ilkellik olarak algılandığı modern dönemde, birinin yaptığı bir yanlıştan ötürü hayatının büyük bir kısmını, pişman olduğu halde, özgürlüğünden yoksun yaşaması, psikolojik olarak çökmesi ve toplumdan tecrit edilmesi acaba ne kadar modern.


Filmde dikkate değer ikinci bir mesele de, hapishanede suçsuz yere yirmi yıl geçirmiş ve eşcinsellerin tacizlerine, gardiyanların eziyetlerine ve hücrede aylarca kalmaya maruz kalmış Andy Dufresne'in diğer mahkumların yanı sıra içinde hep bir umut barındırmasıydı. O hapishanedeki en yakın arkadaşı Red Tommy'nin, umudun kötü bir şey olduğuna dair sözlerine karşılık, umudun insan yaşamındaki yegane âb-ı hayât olduğunu ifade eder. Andy, içinde hep büyüttüğü bu umudun kendisine verdiği sabır ile küçük bir çekiçle uzun sürecek duvarı delme işleminden sonra hapishaneden kaçar ve hayal ettiği hayatı yaşamaya başlar.

Kendisini Brooks Halten gibi kurumsallaştığını ifade eden ve hapishane dışındaki bir hayata artık adapte olamayacağını ifade eden Red Tommy, şartlı tahliyesinden sonra bir an aklından intihar geçse de Andy'nin hep aşılamaya çalıştığı o umuda güvenir ve Andy'nin yanında mutlu bir hayat yaşamaya başlar.


Dikkatimi çeken diğer bir mesele de Hapishane müdürünün esirlerin hepsine İncil dağıtması ve kurtuluşun İncil'de olduğunu ifade etmesiydi. Kendisini tanrıya yanlış söz söylettirmeyen, incili bilen dindar biri olarak ifade eden müdür, halbuki adam öldürmek, kaçakçılık ve hırsızlık gibi birçok suça bulaşmış biriydi. Bunları göz önünde bulundurduğumuzda diyebiliriz ki, hayatlarının birçok yerinde seküler bir yaşam sürdürenler ve haksızlıklar yapanlar tanrı, din, kitap gibi kutsallara sarılarak vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. Halbuki din, sloganların ötesinde yaşantının içerisinde olmayı kabul eder.

Esirlere İncil dağıtılması, esirler açısından tek bağlarının ve umutlarının dinde olduğunu göstermek açısından da önemli bir mesaj. Umutların tükendiği yerde dinin, kutsalın verdiği umuda sarılmak pozitif bir etken olsa da kendi haksızlıklarını unutturmak ve kişiyi dinle uyutup iktidarlarına boyun eğdirmek adına belli kişiler tarafından bilinçli olarak yapılıyorsa negatif bir etken meydana getirir. Çünkü din bir kurtuluş olmasının yanı sıra afyon etkisini de içinde barındıran bir şeydir. O yüzden dikkat edilmesi gereken bir husustur.



IMDB: 9.3

Yönetmen: Frank Darabont

Yapımcı: Niki Marvin

Senarist: Roman: Stephen King

Uyarlama: Frank Darabont

Oyuncular: Tim Robbins, Morgan Freeman...

Türü: Dram/Gizem

Çıkış tarih(ler)i: 23 Eylül 1994 A.B.D, 10 Mart 1995 Türkiye

Süre: 142 dk.





Commentaires


  • facebook
  • twitter
  • linkedin
  • instagram

©2019 by Âb-ı Hayât. Proudly created with Wix.com

bottom of page